Life Is Strange Double Exposure inceleme: "Zamanda kaybolmaya değer mi?”
Life Is Strange serisinin ana karakteri Max, uzun bir aradan sonra Double Exposure ile geri dönüyor. Peki, Life Is Strange Double Exposure ne kadar iyi? İşte Life Is Strange Double Exposure hakkında bilmeniz gerekenler...
Konu oyunlara geldiğinde ve “favori oyunların ne?” sorusu size yöneldiğinde, Life Is Strange cevabının herkese verilmeyeceğinin farkındayız. Neden mi? Aslında Deck Nine, Double Exposure ile her şeyi karmaşık hale getirmeden önce ilk oyunun yeri diğerlerinden çok daha ayrı bir konumdaydı. Ama sıkı hayranları bir köşeye bırakın, sevmeyenlerin bile oturduğu yerden kulağına gidecek derecede tartışmalı bir oyunla gelindi bu sefer.
Life Is Strange’in ilk oyundan beri elinde tuttuğu sadık kitlesini kaybetmemek için çok uğraştığı, takiben gelen oyunlardaki izlerinden de fark edilebilir halde. Ancak DONTNOD ve Deck Nine’ın bu konudaki farkı belli oluyor. Birinci oyunun hikâyesine devam etmek için tam dört oyun beklemek ve hikâyedeki bazı değerleri değiştirmek yerine; birinci oyundan hemen sonraki oyunu devam oyunu olarak sunmak ve ikinci oyunu, birinci oyunun popüler olduğu vakitlerde sıcağı sıcağına pazarlamak çok daha mantıklıydı. Ama yok. İlk oyunun hikâyesi yaşandı ve bitti dendi. Üstüne de alın size bir çizgi roman serisi çıkarıyoruz bunu okuyun ve susun dendi. DONTNOD tarafından resmen “birinci oyunu unutmak için kaç para istiyorsun, söyle!” muamelesi çekildikten sonra Deck Nine ise; "DONTNOD, biz daha ekmek yiyeceğiz aslanım. Bu hikâye daha bitmedi hatta yeni başlıyor," diyerek bayrağı eline aldı. İyi de ne pahasına?
Birinci oyunla aradaki bağlantı, benzer olay örüntüleriyle yakalanmış. Max’in süper güçleri ise bu sefer çok daha farklı işliyor
Oynayan herkesin hâkim olduğu gibi ilk oyunda Max, zamanı geriye sarma gücüne sahipti. Belli başlı yerlerdeki diyalogları ve seçimleri değiştirebiliyorken önemli kısımları elleyemiyorduk. Zamanı geri sarma gücüyle Chloe’yi kurtardığından ve gerçeklikle oynadığından dolayı Arcadia Bay Kasabasına yıkıcı bir hortum vurmuştu. Bu oyunun devamı niyetinde kısa bir çizgi roman yayınlandı demiştik. Yayınlanan bu çizgi romanda Chloe ve Max’in bütün bu yaşananlardan sonraki yaşantılarından ayrı olarak Max’in süper güçlerinin artık bastırılmış bir hale geldiğini de gösteriliyordu. Double Exposure’da ise ilk oyunla “bu oyunu zaten çıkarmamışlar mıydı?” dedirtecek kadar örtüşen yerler var. O zaman pat diye konuya girelim…
Chloe, Double Exposure’da yok. Max ise her şeyi ardında bırakmış ve Caledon Üniversitesi'nde fotoğrafçı olarak çalışıyor. Üniversitede edindiği yakın arkadaşı Safi’nin ölümüyle güçleri tekrar tetiklenirken, tıpkı ilk oyundaki gibi hafiften gizemli hafiften de duygusal bir meselenin içerisine giriyor. Bu sefer Max, Safi’nin öldüğü “dead” ve yaşıyor olduğu “live” paralel evrenleri arasında gidip gelirken ipucu topluyor ve sonunda iki evreni birleştiriyor.
Bu esnada hem Max’in günlüğünde hem de telefonunda birinci oyuna yönelik gönderme içeren bazı çizimlere ve mesajlara rastlanabiliyorken, Max’e geçmişi sorulduğu zaman; “yaşandı bitti saygısızca” triplerine giriyor. Bu da elbette bir kesimin tepkisine sebep oldu. Sonuçta, Life Is Strange ve Double Exposure’ı bağlarken biraz daha... Nasıl denir, yumuşak bir geçişin sağlanmasını herkes gibi biz de bekliyorduk. Ama bu şekilde olmadı ve bununla kalınmayıp birinci oyunu andıran olay örüntüleriyle devam etmeyi tercih ettiler. Bu da haliyle eskilerden beri seriyi takip eden topluluğun oyuna dair negatif yorumlarını topladı.
Paralel evrenler arasındaki gerçeklikle oynarken çözülmeye çalışılan cinayet ve başarılı bir ters köşe
Double Exposure’da, ilk oyundan aşina olunan bazı örüntüler bulunsa da kesinlikle bu kadar sağlam bir hikâye öngörülemezdi. Tam da gidişattan hayıflanmaya başlamışken, ilk bölümlerden sonra Illusion parçasıyla beraber olayların daha da derinine inilmesiyle harika bir dedektif oyununa doğru evrilmeye başladı.
Safi’nin kim vurduya gitmesinden sonra Max, kendisini akademik bir kumpasın ortasında buluyor. Profesörlerin odalarına girip maillerini karıştırdığı, intihar etmiş bir öğrencinin izlerini takip ettiği, bu yolda kendisine müttefik toplamak için çeşitli kurnazca tezgahlar kurduğu bir oyunla seriye devam ediyoruz. Max, artık zamanı geri alamadığı için varılan her bir sonucun etkileriyle yüzleşmesi gerekiyor. Bu yoldaki ters köşelere ise istemeseniz bile kendinizi son derece odaklanmış bir halde buluyorsunuz.
Seçimlerin sonucu etkilemesi gerekirken, zayıf bir senaryoyla karşılaşmanın getirdiği bıkkınlık da var tabii
“Nerede o ‘choices matter’ı taşıyan oyunlar? Gidin Detroit ya da ne bileyim The Quarry falan oynayın!” demeyin işte. Oynadık. Biz Life Is Strange bir Detroit gibi olabilsin istiyoruz ama olmuyor.
İlk oyunda sonları ikiye böldünüz, True Colors’ta altıya böldünüz (çoğu, ana karakterin kasabadan kiminle ayrılacağından ibaretti), Double Exposure’ı ise bölemediniz. Ya da bölmediniz. İki olasılıkta da hikâye odaklı ve seçimlerin sonuçları olduğu bir oyun dendiğinde bu denli bir kısıtlama aşırı can sıkıcı oluyor. True Colors’ın izinden giderek aynı senaristleri kullanmak acaba seriyi pek de bir başarıya ulaştıracak mıydı? Sanki ulaştıramamış gibi.
Oyunun sonundaki credit ekranında beliren “Max Caulfield Will Return” yazısı ise ilerleyen oyunlar için bir nebze de olsa kıvılcım yaratabilir dedirtti. Sonuçta bu oyunda değinmedikleri birçok şeye değineceklerine dair bir ipucu bile verdiler. Ama Life Is Strange; ilerleyen zamanlarda farklı ve önemli boyuttaki en azından iki sona ulaşılabilecek bir hikâye ile gelirse, oyun içerisindeki seçimlerin çok daha heyecanlı bir hale geleceğini düşünüyoruz.
Yeni grafikler muazzam, oyun içi müzik seçimleri ise her zamanki gibi oldukça dokunaklı
Life Is Strange: Double Exposure hakkında, özellikle serinin ilk oyunlarına göre çok daha gerçekçi grafikleri olduğu için bu haline alışamadığını söyleyen birçok kişiye rastladık. Bize göre yeni grafikler muhteşem görünüyor. Beraberinde ne yazık ki optimizasyon sorunlarını getirse de kesinlikle neredeyse çığır açmış. Tabii bunun bir Remastered değil devam oyunu olduğu gerçeğini öne çıkardığımızda belki de bir alışma süreci söz konusu olabilir ancak bu halini de oldukça başarılı bulduk. Etrafı izlemek çok daha keyifli hale gelmişken, Max karakterinin eski komik görünümünden kurtulması da bir hayli iyi olmuş.
Başarı demişken, Life Is Strange serisinin başarılı olduğu konularla alakalı bir liste yapılacaksa kesinlikle ilk üç sırasına oyun içi müziklerini eklerdik diye düşünüyorum. Mountains, The Right Way Around ve Santa Monica Dream gibi harika müziklerin arasına Double Exposure sayesinde Illusion ve Someone Was Listening gibi muhteşem birçok parça daha eklenmiş oldu. Dememiz o ki, serinin müzikleri aşırı iyi. Haliyle de ne zaman bir oyununu oynamış olsak, OST listesini açıp baştan sonra dinliyoruz.
Sonuç
İlk oyundan bağımsız bir çerçevede bakıldığı zaman gerek müzikleriyle gerek gidişatındaki bazı bölümleriyle keyifli bir bütünü oluşturuyor. Hikâyesinin sonunda bırakılan aralık ise nereye açılacağı bilinmeyen bir kapı gibi görünse de ilerleyen oyunlarda hayranların yorumları da dikkate alınırsa, daha umut verici bir devam oyunuyla karşılaşılma ihtimalinin de yakın olduğunu düşünüyoruz.
Gaye Büyükbaş
Künye
- Yapımcı: Deck Nine
- Yayıncı: Square Enix
- Tür: Macera
- Platform: PC, PS5, Xbox Series X/S, Nintendo Switch