Yapay Zeka - İnsan Karşılaştırması
Makinelerin yetenekleri insan yeteneğine ne kadar yaklaştı acaba?
Yüz tanımaya yönelik gözetleme sistemleri ile donatılmış “gören” makineler, özellikle 11 Eylülden bu yana, kamuoyu tarafından tartışılmaya başlandı. ZN Vision Technologies AG’nin yüz tanıma sistemi Phantomas, yakından görülebiliyor. Acil durumlarda Phantomas, şüphelilerin fotoğraflarını mevcut sabıkalıların resim veritabanı ile karşılaştırıyor. Eğlence olsun diye, HNF ziyaretçileri dijital portrelerini Phantomas’a yükleyebilir ve hangi milletvekiline benzediklerini söyletebilirler.
Son durak: Yaratıcılık ve bilinç
Biyometrik tanıma alanındaki en önemli zorluk, mimik ve saç
kesiminin değişebileceği ya da kırışıklıkların, gözlüklerin,
sakalların vs. yüze eklenebileceğinden ibaret. Phantomas görevini
bir yüze elastik bir kafes atamak ve belirtileri çizgilerin düğüm
noktalarında depolamak suretiyle çözüyor.
Esnek kafesin avantajı, bir yüzün belirtilerini yüz ifadesi değiştiğinde de tanıması. (Biyometri konusunda daha fazla bilgi için CHIP 01/2002’ye bakınız.) Sergideki yapay duyu organları, çok ilgi çekseler de, belirleyici soru gündemdeki varlığını koruyor: Bu yapay yaratıkları şimdiden zeki ve bilinçli olarak adlandırabilir miyiz?
Bunun için, davranışlarının ve dış görünüşlerinin bizimkilerden
farklı olmamaları yeterli mi? Bu halde Tron-X’in yüzünü gözünü
çarpıtan ve bize üzüntü ya da sevinç gösterisi yapan hemcinsleri
hedeflerine ulaşmış oluyor. Ve bir müzik çözümleme aleti olan
Harmonet’in ustanın kendisi gibi bir melodiye uygun sesleri
besteleyebildiğine göre Johann Sebastian Bach ile özdeşleştirilmesi
gündeme geliyor. Harold Cohen’in ürünü, sürekli resimler tasarlayıp
renklendiren resim programı Aaron da, hakiki bir sanatçı olarak
sınıflandırılıyor olacak: Program, etten kemikten rakibiyle
bestelemek ve resmetmek için aynı kural ve teknikleri kullanıyor.
İlk bilgisayar grafikerlerinden biri olan Friedrich Nake, bu tip
programların sanatsal özgünlüğü uğruna yürütülen tartışmaları
sükunetle izliyor: “Bir izleyici için resmin nereden geldiğinin
hiçbir önemi yok. Olayın bütünü daha ziyade ideolojik bir sorun.
Son kertede önemli olan izleyicinin bakış açısı.” Bir makineyi,
insan düzeyine çıkarabilecek gerçek zekaya henüz ulaşılamadı.
Tron-X gibi bilgisayarlar ya da yapay duyu organları, zeka, bilinç,
yaratıcılık ve kültürün kökenini bilmediği sürece insanın basit,
ama yetenekli olan taklitlerinden öteye gidemezler.
HNF’deki elektronik burun projesinin danışmanı Frank Dittmann,
yapay zekanın kusurlarını (açıklarını) şöyle dile getiriyor: “Yapay
zeka araştırmalarında ihtiyacımız olan şey; duygu ve düşünce
yetisinin davranışa dönüşmesini birbirine bağlayabilecek
sistemler.” Makineler hareket edip, duyuları
algılayıp, düşünüp, özgürce davranabildiklerinde, ancak o zaman
gerçekten yapay zekadan bahsedebileceğiz.
Paderborn’daki Computer.Gehirn (Yapay Zeka) sergisi bu konuda kuramsal bir tartışma yürütmüyor, bilakis bu karşılaştırmayı ziyaretçilerine bırakıyor. CHIP, “robot insanların” bugününe ve geleceğine ışık tutuyor. Sergi ziyaretçilerinin Tron-X’i görmezden gelmesi olanaksız. Tron-X hafifçe öne eğilmiş, her bir ziyaretçiye tepeden donuk gözlerle dik dik bakıyor, doğruluyor ve ziyaretçiyi açılmış kolları ve cezbedici parmak hareketleriyle içeriye davet ediyor. Tron-X birazcık ileri ve geri hareket ediyor, ama podyumdan aşağıya adım atmak içinse çok aptal... Kablolar ve çelik destekler onu yerine mıhlıyor ve o henüz “insan” geliştiricilerinin kendisine öğreteceklerine bağımlı.Tron-X Paderborn’daki Heinz Nixdorf MuseumsForum (HNF) bünyesindeki sergide, bilgisayarların insanın dış görünüşüne ne kadar yaklaştığını sergileyen robotlardan biri. Sergide şık tipler görmek mümkün. Ancak, yapay zeka alanında içsel değerler dış görünüşten daha fazla önem taşıyor: Serginin “Die Welt der Sinne” (Duyular Dünyası) bölümü, yapay sistemlerin ne oranda duyu algılayabildiği üzerine yoğunlaşmış. Bu sistemlerle ziyaretçi, pratik olarak onların, ayrıca kendinin de, sınırlarını tanımak için ölçümlerde bulunabiliyor. HNF’nin yöneticisi Kurt Beiersdörfer, “serginin eleştirisiz bir teknik gösteri olmaması” gerektiğini vurguluyor.
Makineler beş duyu alanında arayı kapatıyor
“Duyular dünyası” alanının ilk numunesi, yani duvardaki DIN A4
formatındaki hasır göz önüne alındığında, bu insan heveslilerine
kuşkuyla bakmak gayet doğal. Bu basit yumuşak parçanın sırrı,
yüzeyinin altında yatıyor: Basınç sensörlerinden ibaret bir ağ,
örneğin hasıra bir parmak ile basıldığında, en hafif basınç
değişikliğini algılıyor ve bunu kırmızı ve mavi tonlarda bir
monitöre
yansıtıyor. Robotlar, bu yapay deriyle, yumurta ya da benzeri
basınca duyarlı şeylere daha özenli el atmayı öğreniyor. Bu yapay
deri, aynı zamanda çeşitli sakatlıklar sonrası kaybedilen duyuların
yapay da olsa hissedilmesini sağlayabilecek. Bu, günün birinde,
yitip gitmiş beden (kemik ve bel) duyusunun tümüyle yerini
alacak.Yapay deri şimdilik, sadece basınca tepki veriyor, çünkü
sıcaklık, soğukluk ve acı için sensörleri bulunmuyor. Tüm yapay
duyu organları gibi yapay deri de, yalnızca hangi konuda çalışmış
ve hangi konuda veriler biriktirmiş ise, o konuyu tanıyor. İnsanın
kapasitesi de, ne öğrendiği ve beyninde ne depoladığına bağımlı.
Örneğin insan burnu, 10 bin farklı kokuyu algılama yeteneğine
sahip, ama bu, onun kokuları, üstelik de kokuların kaynağını
görmüyorsa, adlandırabileceği anlamına gelmiyor. İçinde koku
numunelerinin bulunduğu bir teneke kutudan yayılan lavanta gibi
tanıdık bir kokuyu bile, çiçeğini görmediğimiz takdirde güçlükle
tanıyoruz. Ama aynı kutunun yanında yer alan, resimde gördüğünüz
küçük yeşil aygıt için on saniye yeterli oluyor. Bu cihazın koku
sensörleri, borucuk üzerinden yayılan gazlara tepki göstermek ve
mevcut koku verileriyle karşılaştırmak için daha fazla zamana
gereksinim duymuyor.
İnsanın burnu kokulara hoş ya da iğrenç gibi bir tepki verirken,
yapay burun sadece kokluyor. Yapay burnun duygusal bir tepki
vermemesi aslında bir dezavantaj değil. Yapay zeka duygular ile
bağlantılı olmadığı içindir ki; hoş olmayan kokuları, örneğin gıda
depolarında bozulan besinlerden yayılan
kokuları belirlemek için birebir. Yapay burun, aynı zamanda iz
süren köpeklere karşı bir alternatif olarak da gündeme geliyor.
Koku duyumuzda olduğu gibi, tat alma duyumuz da çağrışımlarla
donatılmıştır. Her bir ziyaretçiye verilen beyaz bonbonlarda, cola
tadının olmasını kim bekler ki? Koklamak ve tatmak duyularının
insanda ne denli birbirlerine bağlı olduğunu, beyaz bir tozcuğu bir
kapalı ve sonra bir de açık burunla deneyen kişi anlayacaktır. Kişi
ilk adımda yalnızca “tatlı” kanısına varacak, ikincisinde ise
vanilya aromasının tadına varacaktır.Dil yalnızca tatlı, ekşi,
tuzlu ve acı duyularını sınıflandırırken, öteki tüm tat
nüanslarından burun sorumludur. “Bu iki duyunun
bağlantılandırılması şimdiye kadar yapay olarak başarılabilmiş
değil. Bu yüzden yapay tat organları insani örneğe yaklaşamıyor”
diyor, şu sıralar HNF’de sergilenen ve tadabildiğini öne süren
hantal keramik bloğunun
yaratıcılarından Ralf Borngräber. Bu keramik bloğunun yeteneği,
sekiz adet titreşen kuars sensörleriyle aranan malzemelere karşı
kimyasal tepki vermek ile kısıtlı. Yalnızca gösterilmesi gereken
cevherlerin moleküllerinin bu tepkiyi tetiklemesi için, sensörlerin
tabakalanması bu kullanım amacına yöneliyor. Verilerin
değerlendirilmesi nöronal bir ağ tarafından üstleniliyor.Yapay dil
ileride, tuvalet kuburlarında otomatikman idrardaki kan değerlerini
ya da gömleklerde onu giyenin şeker değerlerini ölçer hale
gelebilir. En azından işitmek ile ilgili yapay sistem, dıştan
bakıldığında insandaki örneğini andırıyor. Kavkısında bir mikrofon
bulunan küçük, beyaz alçıdan bir kulak, bir keramik çininin
kenarında bir ziyaretçinin bir oluktan bir sikke düşürdüğüne kulak
kabartıyor. Tüm bunlar, madeni paraların tümünü neredeyse yüzde 100
tınısından tanıyan bir sikke tanıyıcıya hizmet ediyor. Para
düştüğünde, sistem bu iş için alıştırılmış bir nöronal ağı
çözümleyen ve depolanmış spektrumları her bir sikke için
karşılaştıran bir frekans spektrumu oluşturuyor. Söz konusu olan,
asgari gürültü farklarını tanımak olduğunda, bilgisayar programları
artık bizden üstün hale gelmiş bulunuyor. Örneğin, bir madeni
paranın nasıl bir tını çıkartması gerektiğini belgelemek için,
sahte para bürosu bu tip bir frekans ölçer kullanıyor. Hakiki
banknotları güvenilir bir biçimde sahtelerinden ayıran otomatlar
sayesinde, hemen hepimiz yapay yaratıkların artık görebildiğini
biliyoruz. Bunların görsel merkezi
“eğer, o halde” kurallarına göre çalışan bilgi temelli sistemlere
ya da nöronal ağlara dayanıyor.