17 Ağustos 1999: Ne kadar ders aldık?

Depremin ardından 11 yıl geçti. Peki ama deprem çantası hazırlamayı öğrenmekten başka ne yaptık?

17 Ağustos 1999

Bu bir teknoloji haberi ya da makalesi değildir. Ama az sonra okuyacaklarınız, teknolojiden ya da başka herhangi bir şeyden çok daha ciddidir, hayatın kendisidir...

17 Ağustos 1999... Bu tarih Türkiye için en kara tarihlerden biri olarak tarihe yazıldı. O gece, Marmara bölgesi inanılmaz bir depremle sarsıldı. Tam 17.480 kişi bu depremde hayatını kaybetti. Hepsi ölüme uykularında yakalandı. CHIP Online ailesi olarak, 11 yıl önce hayatını kaybeden 17.480 kişiyi saygıyla anıyoruz.

O zamanlar bu meslekteki ilk yılımdı. PC Gamer dergisinde çalışıyordum. Bizim mesleğin kaderidir, depremin olduğu saatte bilgisayar başında yazı yetiştirmeye çalışıyordum. Ve hala dün gibi hatırladığım o korkunç sarsıntı...

Bu olay ve ardından yaşananlar beni o kadar etkilemişti ki, o tecrübesiz halimle aşağıdaki yazıyı kaleme almıştım PC Gamer'daki köşemde. Tecrübesiz bir editörün kaleminden çıkan bu yazıya bugün baktığımda, aradan geçen 11 yıla rağmen pek bir şey değişmediğini görüyorum. Bugün CHIP Online'da yazı işleri müdürüyüm, 11 yıl daha olgunum, ama hala bu yazının altına imzamı atabiliyorum. Gerçekten çok acı bir durum...

Bu 11 yılda hiç mi bir şeyler değişmedi. Belki yeni binaların büyük çoğunluğu depreme dayanıklı yapılıyor artık. Bir de hepimiz deprem çantası hazırlamayı öğrendik. Ama ya eski binalar? Eğer olası yeni bir depremde neler olabileceğini öngören senaryoları okuduysanız, ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Lütfen birkaç dakikanızı ayırın ve 11 yıllık bu yazıyı okuyun. Sizce değişen ne oldu bu 11 yılda?

Sıcak bir Ağustos gecesi...

Bu yazı, PC Gamer dergisinin Eylül 2009 sayısında Cem Sinanoğlu tarafından yazılmıştır...

Ağustos ayını geride bıraktık ve Eylül ayına girdik. Eylül ayı da bizim için herhangi bir ay olmaktan öteye gidemeyecek. Ekim de öyle, Kasım da... Ama birileri var ki, artık onlar için hangi aya girdiğimizin hiçbir önemi yok.

Bu sayıda sizlere oyunlardan falan bahsetmeyeceğim. Zaten istesem de bahsedemem. Sadece kısa bir hikaye anlatmak istiyorum. Bu hikaye şurada ya da şu zamanda gerçekleşmiş de demeyeceğim. Dememin de bir anlamı yok. Kimsenin bu satırlardan bir ders çıkartmasını da istemiyorum. İlla ki birileri bu satırlardan ders çıkartmalı diyorsanız, bırakın çıkartması gerekenler çıkartsın. Onlar zaten kendilerini bilirler.

Hikayemiz sıcak bir yaz akşamında başlıyor. Hikaye bu ya, insanların çok mutlu olduğu bir ülkede herkes yorucu bir günü arkalarında bırakmış ve evlerine çekilmiş. İlerleyen saatlerde de bu mutlu insanlar ertesi güne merhaba diyebilmek için uykuya dalmışlar. Ancak gece yarısı olan olmuş ve hiç beklenmedik bir felaket ülkeyi yerle bir etmiş. Kimse ne olduğunun farkına varamamış önce. Herkes kendini kurtarabilmek için güvenli bir yer aramaya başlamış. Kimileri kurtulmayı başarmış bu büyük felaketten; ama kurtulamayanlar da varmış.

Büyük felaketin acı sonuçları...

Bu büyük felaketin sonuçları ise ancak sabah olunca anlaşılmış. Her tarafta yıkıntılar ve ağlayan insanlar görülüyormuş. Ülkenin mutlu insanları için artık ne kalabilecekleri bir ev, ne de oyun oynayabilecek bir bilgisayar bulunabiliyormuş. Zaten bunların onlar için pek bir önemi de yokmuş artık. Herkes kendi derdini bir kenara bırakmış, yakınlarından haber alabilmek için beklemeye başlamış.

İnsan olmanın ne demek olduğunu bilenler, hemen felakete maruz kalanlara yardım etmek için harekete geçmiş. Tüm ülkelerden gönüllüler, yardım edebilmek için bu ülkeye akın etmiş. Hikaye bu ya, düşman olduğu söylenen ülkeler bile felakete uğrayan insanlara ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalışmış.

Bu şanssız ülkede, bir de sorunları çözmekle görevli insanlar varmış. Felakete kadar ülkenin ilerlemesi için her türlü fedakarlığı yapan ve ülkesini herkesten çok seven bu insanlar nedendir bilinmez, bir türlü ortaya çıkmamışlar. İnsanlar merakla onları beklemeye başlamış bu kez. Daha önce hep yanlarında görmeye alıştıkları bu insanların neden bu kez ortada olmadıklarına da bir anlam verememişler.

Ve "mutlu son"...

Bu bekleyiş kısa sürmüş ve beklenen insanlar nihayet ortaya çıkmış. Her ne hikmetse, demeç vermekten başka bir şey yapmıyorlarmış. "Her şey çok güzel olacak " sözleri başlangıçta halk arasında ciddiye alınmış. Günler geçtikçe bu söylenenlerin doğru olmadığının farkına varmaya başlamış zavallı insanlar. Ve kendi başlarının çaresine bakmak zorunda olduklarını anlamışlar.

Her neyse, insanlar kendi çabalarıyla yaralarını sarmaya çalışmışlar. Felaketten kurtulanlar yaşamlarını sürdürmeye devam etmişler. Kurtulanlar kadar şanslı olmayanlar ise unutulmuş gitmiş. Sorunları çözmekle görevli olan insanlar da, her zaman olduğu gibi çok sevdikleri halkı mutlu edebilmek için "ellerinden gelen her şeyi" yapmaya devam etmişler.

Hikayemiz burada sona eriyor. Böyle hikaye olur mu demeyin. Oluyor işte. Zaten önemli olan hikayenin nasıl bittiği değil. Asıl önemli olan bu hikayenin türünün son örneği olması. Umudum ise, artık böyle hikayelerin hiç yazılmaması.

Hepinize hikayesiz bir ay dilerim...

Okuyucu Yorumları