Doğada neredeyse hiç görünmeyen renk: Neden tüm renkler varken o yok?

Doğa, yeşil, kırmızı ve sarıyı bolca kullanırken, bazı renk tonlarından özellikle kaçınıyor. Peki, doğada çok az görebildiğimiz renkler hangileri? Bu renkler neden diğer renklerin yanında yok gibi görünüyor? Bilim, bu soruların da cevabını veriyor...

Doğada neredeyse hiç görünmeyen renk: Neden tüm renkler varken o yok?

Mavi, canlılar dünyasında nispeten nadir görülen bir renktir. Dünyanın büyük bir kısmı yeşille kaplıdır. Bitki ve hayvanlarda sarı ve turuncu tonlar sıkça karşımıza çıkar, kırmızı ve pembe ise özellikle çiçekler arasında parlama fırsatı bulur. Ancak mavi, sadece belirli çiçeklere, birkaç gösterişli kuşa ve bazı kurbağalara özgü bir renk olarak kalır.

Yine de, doğada maviden bile daha nadir bir renk daha var: Menekşe moru. Neyse ki, bu rengin neden bu kadar nadir olduğunu fizik ve evrim üzerinden açıklayabiliyoruz.

Renklerin nadirliği tamamen fizik ve evrimsel süreçlerle ilgili. Renkler, elektromanyetik spektrumdaki belirli dalga boylarının yansımasından ortaya çıkar. Mavi gibi daha kısa dalga boyları daha yüksek enerji taşırken, kırmızı gibi daha uzun dalga boyları daha düşük enerjiye sahiptir.

Doğa neden yeşil?

Doğada yeşilin bu kadar yaygın olmasının sebebi fotosentezdir. Bu süreç, Dünya üzerindeki neredeyse tüm yaşamın temelidir ve Güneş’ten gelen ışık enerjisini kimyasal enerjiye dönüştürür. Bitkiler bunu, yeşil ışığı yansıtan, ancak çoğunlukla kırmızı ışığı ve bir miktar mavi ışığı emen klorofil adlı bir pigment yardımıyla başarır.

Kırmızı ve mavi dalga boylarını içeri almak, klorofildeki elektronları uyarmak için dengeli ve verimli bir yoldur, bu da bitkinin ışık enerjisini kimyasal enerjiye çevirmesini sağlar. Yeşil ile ilişkili dalga boyları ise emilmek yerine çoğunlukla yansıtılır; bu yüzden yapraklar bize yeşil görünür. Doğadaki diğer renklerin nadirliği de benzer bir denge meselesine dayanır: Pigmentler sadece biyokimyasal olarak uygulanabilir olmakla kalmaz, aynı zamanda fotosentez, kamuflaj veya sinyalizasyon gibi evrimsel bir amaca hizmet etmelidir.

Mavi ve menekşe: Enerjisi yüksek dalgalar

Mavi rengin doğada neden nadir olduğunu anlamak için enerjisine bakmak gerekir. Mavi ışığın kısa dalga boyu ve yüksek frekansı, onun yoğun enerji taşıdığı anlamına gelir. Çoğu pigment, bu yoğun enerjiyi yansıtmak yerine emmeyi tercih eder; sanki biyokimyasal olarak geri sektirilmesi zahmetli bir enerji darbesi gibidir.

Bu, canlıların mavi renk üretmenin bir yolunu bulmadığı anlamına gelmez. Tropikal kuşlar, yaklaşık yüzde 10’luk bir kesim çiçek ve bazı böcekler bu boşluğu dolduruyor. Ancak bu organizmalar her zaman gerçek pigmentleri kullanmaz. Bunun yerine, çoğu mavi algısını oluşturmak için ışığı dağıtan mikroskobik fiziksel yapılara dayanır; bu olaya yapısal renklendirme denir. Bu süreç de zahmetli ve ustalaşması zor bir süreçtir, bu yüzden sadece birkaç canlı bunu kullanmaya itilir.

Menekşe moru, maviden bile daha yüksek frekansa ve daha kısa dalga boyuna sahiptir, bu da onu görünür ışık spektrumunun en yüksek enerjili ucuna yerleştirir. Onu, mavinin aşırı bir versiyonu olarak düşünebiliriz. Ayrıca, bu menekşe morunu mavi ve kırmızının karışımı olan mor ile karıştırılmamakta da fayda olacaktır.

Maviyi nadir yapan yüksek frekans gibi tüm faktörler, menekşede daha da belirgindir ve bu yüzden canlı organizmalarda neredeyse hiç bulunmaz. Menekşe rengini pigmentler yoluyla üretmek enerji açısından çok daha zorlayıcıdır. Ayrıca yapısal renklendirme de, çok yoğun ve hassas mikroskobik yapılar gerektirdiği için birkaç organizmanın başarabileceği zorlu bir süreçtir.

Bazı renklerin kıtlığı, insan kültürlerinde pigmentasyona verilen değerde de yansımasını bulur. Laboratuvarlar ve kimyasal boyalar çağından önce, mavi ve mor renkler toplumların büyük liderlerine, ruhani elitlerine ve diğer güçlü kişilere ayrılırdı. Günümüzün teknolojik bilgisiyle bile, bu renkleri üretmek zor bir iş.