Prince of Persia: The Lost Crown – Platform türüne dönüş yaparak müthiş bir çıkış yapıyor!

14 yılın ardından üstelik de köklerine geri dönüş yapan yeni bir Prince of Persia ile karşı karşıyayız. Efsanenin muhteşem dönüşü, The Lost Crown’da bizi neler bekliyor, hemen bakalım.

Brøderbund tarafından geliştirilen ilk Prince of Persia oyununu oynadığımda eminim çoğunuz henüz doğmamıştı. Bu arada ilk olarak Apple II bilgisayarlar için Jordan Mechner tarafından geliştirildiğini biliyor muydunuz? Tam 34 yıl olmuş, PC’de oynadığım ilk bilgisayar oyunlarından biridir. (Yok ağlamıyorum sadece gözüme kum kaçtı :) ) Sonrasında aynı yapımcıdan devam oyunu olan The Shadow and the Flame de fena değildi. Ubisoft’un bu seri ile tanışması ise 21 sene öncesine, telif hakkını almasına dayanıyor.

Ubisoft’un The Sands of Time, Warrior Within ve The Two Thrones oyunlardan oluşan Sands of Time üçlemesi ve sonrasındaki 4. Oyun Prince of Persia 2008 daha farklı bir tarzda TPS olarak hazırlanmıştı. Son oyun ise 2010 yılında yayınlanan ve üçlemedeki The Sands of Time ile Warrior Within arasındaki bir zamanı konu alan The Forgotten Sands idi. Yani efsanenin geri dönmesi için tam 14 yıldır bekliyoruz. Ne mutlu ki Ubisoft Montpellier sayesinde bu bekleyiş sona erdi. Üstelik bu incelememin konusu olan Prince of Persia: The Lost Crown özüne yani platform türüne geri dönüyor.

Özüne geri dönüyor!
The Lost Crown'da Ubisoft bence çok doğru bir karar olan serinin kökenlerine dönmeyi tercih ederek ilk oyunları karakterize eden klasik 2D oynanışı geri getiriyor. Hatta 2.5D desek sanki daha doğru olacak. Bu anlamda, Metroidvania alt türünün bir temsilcisi de sayılabilir. Bu yeni oyunun grafikleri son teknolojiyi yansıtmasına rağmen, sanat tasarımı özünü kormuş. Takdir edilebilecek değişikliklerden biri, eski oyunların karakterlerini yansıtacak muhafazakâr estetiği bir kenara bırakarak mevcut standartlara uyum sağlamaya çalışan kahramanın tasarımıyla ilgili. Yani, kahramanımız artık görmeye alışık olduğumuz tipik Pers savaşçısı olarak tasvir edilmemiş.

Düşman tarafında ise her birinin senaryoya uygun kendine özgü tasarımı ve animasyonları var. Örneğin, daha açık ve uçan düşmanlara sahip seviyeler var ya da orman gibi diğerlerinde, bir tür yerli ve hatta vahşi hayvanlar gibi görünüyorlar. Her şey büyük bir özen ve ayrıntıyla tasarlanmış, öyle ki mini ve ana boss’lar da takdiri hak ediyor. Özel saldırılar ile birlikte animasyonlar da tam bir görsel şölen sunuyor. Kısacası, oyun harika görünüyor ve teknik olarak da hiçbir hata veya sorunla karşılaşmadım. Oyunu oynadığım Xbox Series S’de akıcı ve dinamik oyun tarzı 1440p’de kesintisiz 60 fps ile hiç sekteye uğramadı. Xbox Series X kullanıcıları ise 4k’da 120 fps alabiliyorlar.

Eeeey Ubisoft, hani Türkçe dil desteği!
Tabi yine aynı mükemmellikte seslerden de bahsetmeden olmaz. Ori oyunlarının müziklerinden de sorumlu olan Gareth Coker İran kökenli Mentrix ile birlikte, geleneksel Pers müzik aletlerinin geleneksel tonlarını bir araya getirmeyi başarmışlar ve bu ikili müzikler konusunda büyük bir başarıya imza atmış. Ancak dil desteği konusunda aynı övgüyü yapamayacağım. Eeeey Ubisoft, hadi dublajı geçtim, Türkçe altyazı yapsaydın bari. Bu olana kadar değerlendirmeden otomatik 5 puan düşürmeye devam edeceğimi de belirteyim. Altyazıların boyutunu, HUD'ı veya oyunun kontrastını ayarlayarak görme sorunu yaşayan oyuncular için daha iyi erişilebilirlik sağlayan ayarlar ise gayet iyi düşünülmüş.

Artık bir prens değiliz!
Gelelim hikâyeye. Yeni oyunda bu sefer kraliyetin bir parçası değiliz. Bunun yerine krallığı korumak ve düşmanlara dehşet salmakla tanınan seçkin bir grup olan Yedi Ölümsüz'den biri olan Sargon’u kontrol ediyoruz. Karakterimiz gençliğinden beri bir ailesi olmadığı için Ölümsüzler'e katılan ve savaşta değerini kanıtlamaya karar veren bir genç ve zamanla büyük üne sahip bir savaşçı haline geliyor. Tarihsel açıdan Ölümsüzlerin Pers İmparatorluğu'nda var olduğunu ve farklı, daha fantastik bir bağlamda da olsa oyunun hikâyesinin bir parçası olduğunu da belirtmem gerek.

Oyun tipik olarak karakterimizin hareketlerini test edebileceğimiz yoğun bir savaş içeren bir giriş bölümü ile başlıyor. Galibiyetin ardından kendimizi sarayda kutlama yaparken buluyoruz. Ancak, Pers Prensi Ghassan'ın akıl hocamız Anahita tarafından kaçırılıp Kaf Dağı'na götürülmesiyle bu mutluluk çabuk sona eriyor. Görevimiz ise onu kurtarmak ve saraya geri dönmek. Mekanikler açısından, bu bir Metroidvania. Bu yüzden bol bol zıplama, saldırı, engelleme ve kaçınma hareketine hazır olmanız gerekiyor.

Orijinal oyuna bol bol gönderme var
Karakterin hareketlerinin akıcılığı, çevikliği ve kontrollere verdiği tepkilerin pürüzsüzlüğü gerçekten etkileyici. Buna ek olarak, duvarlara tırmanma ya da aşağı inerken ki kayabilme hareketi bu oyunun orijinalini oynamış olanlara nostalji yaratacağına da eminim. Oyunda bu tür geriye dönük çok referans var. Bu yaptığımız her harekette kendini hissettiriyor. Savaşlar yine oldukça basit. Yine sadece kılıcımız ve yayımız var. Saldırı için sadece X'e basmak yeterli oluyor. Dövüş sisteminin karmaşıklığı aslında, X'e bastığımızda ya da bunu çubuğun hareketi ve bir seri ile birleştirdiğimizde ortaya çıkıyor.

Bu da en deneyimli oyuncular tarafından bile keşfedilebilecek zengin bir dizi seçenekle, düğmeye eziyet etmemizi bir kenara bırakmamıza ve ayrıntılı koreografiye layık muhteşem bir saldırı serisi yaratmamıza olanak tanıyor. Yayımızı ise saldırmanın dışında belirli alanlardaki bazı anahtarları etkinleştirmek için kullanabiliyoruz. Sargon'un belirli kombinasyonlarla gerçekleştirilebilen özel saldırılarının kilidini hikâye ilerledikçe yavaş yavaş açıyoruz. Etkinleştirmek için ise önce Athra barımızı doldurmamız gerekiyor ki, bunu yapmak için de düşmanlardan gelen saldırıları engellememiz veya bunlardan kaçınmamız gerekiyor.

Farklı düşmanlarla yüzleşirken zamanla her düşmanın kendi saldırı biçimlerini öğrenmek önemli. Birkaç hamleden sonra bize iki tür saldırı ile geliyorlar. Kırmızı ile vurgulanmış saldırıları engelleyemeyeceğimiz için kaçınma hamlesi en iyisi olacaktır. Sarı ile vurgulanmış hareketi ise doğru zamanlama ile engelleyebilirseniz düşmanı etkileyici bir animasyonla ortadan kaldırabiliyorsunuz.

Eskiden haritayı kendimiz çıkartırdık…
Hikaye çok kapsamlı ve çok farklı mekanlarda zaman geçirmemiz gerekiyor. Hepsi birbirine bağlı devasa bir haritada birleşiyor. Bu haritada takıldığınız bir noktayı çözmek için sürekli bir ileri bir geri dolanmamız gerekiyor. Burada belki de eleştirebileceğim tek nokta; hızlı seyahat olsa da noktalar bence yeterli değil. Her ne kadar bu bir Metroidvania olsa da yine de aynı yerleri geri dönmek bazen gereksiz gibi hissettirebiliyor. Herhangi bir özel beceri eksikliği nedeniyle bir yeri geçemezsek oraya geri dönmek ve neyi yarım bıraktığımızı görebilmek için bir ekran yakalama özelliği de oyuna eklenmiş. İlk oyunda bunu kendi aldığımız ekran görüntüleri ya da kağıda çizdiğimiz haritalar ile yapmaya çalıştığımızı çok iyi hatırlıyorum. Dolayısı ile bu özellik de iyi bir gönderme olmuş.

Öte yandan, her aşamada tuzaklar var ve doğru zamanlama gerektiren sizi çok fazla zorlayacak platform bölümleri olduğunu da belirteyim. Bunların üstesinden gelmek, dakikalarca başınızı ağrıtacak. Tabi ki atlamamanız gereken ve size çok yardımcı olacak iyi ödüller içeren gizli odalar da var. Oyunun üstün olduğu bir diğer alan ise daha önce de bahsettiğim gibi boss ve mini boss karşılaşmaları. Ne mutlu ki büyük fiziksel boyutlara sahip ve becerileri bizim çok ötemizde gibi görünen düşmanlarla karşılaşmamızın sonucu çok ödüllendirici oluyor.

Bu bölümler sanki daha çok, öğrenilen her beceri ve hareketi ne kadar iyi kullandığımızın test edildiği alanlar olarak görülebilir. Boss’lara karşı en ufak bir hatanın pahalıya mal olabileceği mükemmel bir saldırı serisi ortaya koymanız gerekiyor. Ancak elbette kesinlikle bir souls-like kadar zor değiller. Çok sıkışırsanız zorluk seviyesini de oyun sırasında düşürebiliyorsunuz. Üstelik sadece önceden ayarlanmış birkaç zorluk seviyesi mevcut değil, aynı zamanda beğeninize göre ayarlamanıza izin veren bir alternatif de bulunuyor.

Ubisoft oyunları için süre ortalamanın altında
Prince of Persia: The Lost Crown bize keşfedilecek devasa bir dünya sunuyor ve bu dünyada görevimiz gerçek Pers Prensi Ghassam'ı kurtarmak. Başarılı olmak için karakterimizi geliştirmemiz gerekecek ve bunun için haritanın her köşesini, her alanı ya da gizli odayı araştırmamız, ödülleri almamız ve düşmanlara ve boss’lara karşı her savaşta gerekli olacak becerilerimizi artırmamız gerekiyor.

Ben oyunu henüz bitiremedim ama Ubisoft, 25 saatlik bir oyun süresi öngörüyor ve bu boyutta bir oyun için oldukça iyi bir süre sayılabilir. Yine de her şey maceracı ruhunuza bağlı, çünkü maceranızda çok değerli olacak çeşitli koleksiyon ve eşyalarla birlikte süre daha da uzayabilir. Daha önce de vurgulandığım gibi, oyunun zorluk derecesi ayarlanabiliyor. Neyi seçtiğinize bağlı olarak, çok sayıda eğlence saati sizleri bekliyor.

Sonuç
Öncelikle platform türüne geri dönüş için Ubisoft’a teşekkür ederiz. Köklerine geri dönmenin, biz hayranlar ve yeni takipçiler tarafından beğenilmeyi hak eden bir oyun sunmak için kilit bir nokta olduğuna inanıyorum. Umarız yeni nesil için de beklenen popülariteye ve başarıya sahip olur ve bu tek bir oyunla sınırlı kalmaz. Bu efsanenin ara verdiği süreyi telafi etmeyi başaran ve bu serinin özünü 2010'da gördüğümüzden farklı bir çağın modernliğine uyarlayan bir oyun olmayı başarıyor.

Ubisoft, yeni yılda sadece tarihi bir seriyi canlandırmayı değil, aynı zamanda türe yeni unsurları etkili bir şekilde eklemeyi de başaran parlak bir metroidvania ile başlıyor. Birçok düşman türü ve kahramanın sürekli gelişimi sayesinde savaş her zaman doyurucu ve çeşitli olurken, birçok çevresel bulmaca hem reflekslerimizi hem de zekâmızı test ediyor. Türün tüm sevenleri için şiddetle tavsiye ediyorum. Ah bir de Türkçe desteği olsaydı.

95

Yayıncı Ubisoft
Geliştirici Ubisoft Montpellier
Platform Xbox Series S/X, Xbox One, PC, PS5, PS4, Switch
Tür Metroidvania, macera
Web www.ubisoft.com/en-gb/game/prince-of-persia/the-lost-crown

Okuyucu Yorumları