Ölümden geri dönüş rekoru: Neredeyse 9 saat ölü kalıp hayata geri döndü!
Birinin kalbi durduğunda, beyin hücreleri birkaç dakika içinde ölmeye başlar. Ve bu durum, ölüm anlamına gelir. Ama bazen ölümden geri dönmek de mümkün. Hem de inanılması güç sürelerin ardından…
Kalp durması çoğu zaman kalıcı bir son anlamına gelse de, ilk müdahale ekiplerinin zamanında ve doğru hamleleri, bir kişinin "klinik ölüm" olarak tanımlanan durumdan geri dönmesini sağlayabiliyor. Ancak herkesin merak ettiği soru şu: Bir insan, ciddi bir beyin hasarı olmadan hayata geri döndürülmeden önce en fazla ne kadar süre ölü kalabilir?
Uzmanlar, genellikle 30 dakikanın aşıldığı vakalarda şansın azaldığını belirtse de, bazı sıra dışı durumlar, bu sürenin saatlerce uzayabileceğini ve tam iyileşmenin mümkün olduğunu kanıtlıyor.
Bu geri dönüşlerin nasıl gerçekleştiğini anlamak için öncelikle ölümün tanımını netleştirmek şart. Acil tıp uzmanlarına göre, doktorların "klinik olarak öldü" ifadesini kullandığı durumlar genellikle kardiyak ölümü işaret eder; yani kalbinizin artık atmadığı anı. Kalp durduğunda, vücuttaki, özellikle de beyindeki hücrelere taze ve oksijenli kan akışı kesilir. Beyin hücreleri yaklaşık beş dakika oksijensiz kaldığında ölmeye başlar ve bu süreç genellikle geri döndürülemez bir hasar demektir.
Ölümün bir diğer türü ise, nefes alma ve kalp atışı gibi temel yaşam fonksiyonlarını kontrol eden beynin, onarılamaz şekilde hasar görmesi sonucu gerçekleşen beyin ölümüdür. Bu durum, geri dönüşü olmayan kalıcı bir haldir.
Canlandırma nasıl gerçekleşiyor, başarı oranı ne kadar?
Kardiyopulmoner canlandırma (CPR), kalp durması sonrasında vücutta kan dolaşımını sağlayarak beyin hücrelerinin hayatiyetini sürdürmek için tasarlanmıştır. İlk müdahale ekipleri, göğüse elle basınç uygulayarak ve suni teneffüs yaparak, kalp durmuş olsa bile hücrelerin kısa bir süre oksijenlenmesine yardımcı olur. CPR, genellikle kalbi tek başına yeniden çalıştırmaz, ancak defibrilasyon gibi diğer kritik teknikler için hayati bir zaman kazandırır.
Kalbin tekrar kendi ritminde atmasını sağlamak için kullanılan defibrilasyon tekniğinde, kalbe harici bir elektrik akımı verilir. Bu akım, kalp kaslarının kasılmasını sağlayan doğal elektrik sinyallerini taklit eder ve bazı durumlarda kalbi yeniden başlatmayı başarır.
İdeal koşullarda uygulanan bu yaşam destek teknikleri nispeten başarılı oluyor. Verilere göre, hastane ortamında CPR sonrası hayatta kalma oranları yaklaşık yüzde 20 iken, hastane dışındaki kalp durmalarında bu oran yaklaşık yüzde 10'a düşmekte. Uzmanlar, müdahaleye ne kadar erken başlanırsa sonuçların o kadar iyi olacağının altını çiziyor. Ancak en iyi senaryolarda bile, 30 dakikadan daha uzun süren başarılı bir canlandırma oldukça nadir görülen bir durum.
Hipoterminin mucizevi etkisi: Donarak geri dönüş
Bu kuralın en çarpıcı istisnası, kalp durmasının hipotermi (düşük vücut sıcaklığı) ile birleştiği durumlardır. Vücut sıcaklığının 35 derecenin altına düşmesi tehlikeli olsa da, kalp zaten durmuşsa soğuk hava beklenmedik bir avantaj sağlar. Hipotermi, vücudun metabolizmasını yavaşlatır ve beyindeki hassas hücrelerin tüm oksijeni tükettikten sonra ölmesini geciktirir.
Travmaya bağlı kalp durması vakalarında hipoterminin tedavi edici etkisi üzerine çalışan uzmanlar, bu durumun kişiyi uzun süre koruyabileceğini belirtiyor. Aşırı soğuk suda boğulan ve bir saatten fazla su altında kalmasına rağmen hayatta kalan çok sayıda vaka bulunuyor.
Başarılı bir şekilde hayata döndürüldüğü bilinen en uzun süreli vaka, kalp durması ve kazara hipotermi sonrası tam sekiz saat 42 dakika sonra geri dönen 31 yaşındaki bir erkeğe ait. Vücut sıcaklığı zaten 26 derece civarında olan bu kişi, yakınlarının üç buçuk saatten fazla CPR uygulaması sayesinde yaşama tutunabildi. Hastanede beş saat boyunca özel bir yaşam destek sistemiyle kan akışı korunan ve kademeli olarak ısıtılan adam, üç ay sonra tamamen iyileşti ve herhangi bir nörolojik hasar almadı.
Beyin ölümü: Geri döndürülemez bir son
Kalp durması için umut verici yollar olsa da, beyin ölümü tamamen farklı bir konu ve geri dönüşü olmayan bir durumu ifade eder. Bir hastanın beyin ölümü ilan edildiğinde, beyin, vücudun temel işlevlerini kontrol eden sinyalleri artık gönderemeyecek kadar hasar görmüş demektir.
Doktorlar, beyin ölümü teşhisi koymadan önce tüm temel nörolojik fonksiyonları (göz bebeği refleksleri, solunum testi gibi) kontrol eder ve beyin ölümüne benzeyen semptomlara neden olabilecek durumları eler. Nadiren de olsa, beyin ölümü ilan edilip yaşam desteği kesildikten sonra "hayata geri dönen" hastalar hakkında çıkan haberler genellikle yanlış bir teşhisin sonucudur.
Uzmanlar, beyin ölümünün tanımı gereği, beynin temel yaşam destek bölgelerindeki hasarın geri döndürülemez olduğunu, dolayısıyla iyileşme iddialarının teşhis hatasından kaynaklandığını vurguluyor.